Sitede Kişi Geziniyor.

Reklam Gelirleri Kardeşlerimize Gidecek

Reklam gelirlerimizi bağışlayacağımız yeri yakında belirleyeceğiz. Reklam gelirlerinin nereye gönderilmesi konusunda DonanımHaberden Tuğrası'na veya tugrasi@gmail.com adresine fikirlerinizi belirtebilirsiniz. Not:Eğer anket dışında bir fikriniz varsa tabiki.

Reklam Gelirleri Nereye Bağışlansın?

Kardeşlerimize Yardım

20 Haziran 2008 Cuma

ASKERİYLE BİRLİKTE ÇEKİRGE YİYEREK KUTSAL EMANETLERİ KORUDU

ÖMER FAHREDDİN PAŞA
Ömer Fahreddin Paşa (Türkkan), (1868, Rusçuk - 1948, İstanbul) Mondros Mütarekesinden sonra teslim olmayıp Medine'yi 72 gün daha savunan Türk kumandanıdır. Medîne müdâfii Türk Kaplanı Çöl Kaplanı, Medine Kahramanı adlarıyla anılır. Bulgaristan'da doğdu, 93 Harbinden sonra ailesiyle birlikte İstanbul'a geldi. Harp 0kulunu ve harp akademisini bitirdikten sonra 1891'de kurmay yüzbaşı olarak Osmanlı ordusuna katıldı. Balkan Savaşında Çatalca savunmasında ve Edirne'nin geri alınışında görev aldı. I. Dünya Savaşı başladığında 4. Orduya bağlı 12. kolordu komutanı olarak Musul'da bulunuyordu. 1915'te 4. Ordu komutan vekilliğine getirildi. bu bölgede iken hem tehcire tabi tutulan Ermenileri yerleştirme işiyle uğraştı, hem de Urfa, Zeytun, Musadağı ve Haçin Ermeni isyanlarını bastırdı. 1916'da 4. Ordu komutanı Cemal Paşa tarafından Medine'ye gönderildi. Fahreddin Paşa elindeki kısıtlı imkânlara rağmen aldığı tedbirler sayesinde Medine'yi 2 yıl 7 ay savundu. Herhangi bir yağma ihtimaline karşı tedbir olarak, Medine'deki 30 parça Kutsal Emaneti 2000 askerin koruması altında İstanbul'a gönderdi. Medine'nin etrafı isyancıların eline geçmeye başlayınca İstanbul'daki Hükümet, Medine'nin boşaltılmasını istedi. Fahreddin Paşa 'Peygamberin kabrinin bulunduğu Medine'deki Türk Bayrağını kendi elimle indiremem' diyerek şehirden ayrılmayı kabul etmedi. Bir süre sonra Medine'nin etrafı tamamen kuşatıldı. Türk orduları kuzeye doğru geri çekilmeye başladı. Etrafındaki Türk birlikleriyle irtibatı tamamen kesilen Fahreddin Paşa şehri savunmaya devam etti. 30 Ekim 1918'de Osmanlı Devleti Mondros Mütarekesini imzalayarak I. Dünya Savaşından çekildi. Mütarekenin 16. maddesine göre Fahreddin Paşa'nın teslim olması gerekiyordu. Kendisine Mondros Mütarekesini tebliğ için İstanbul'dan gönderilen yüzbaşıyı hapsettirdi. Medine'ye en yakın Osmanlı birliği 1300 km uzakta olmasına rağmen Mondros Mütarekesinden sonra da teslim olmadı ve şehri savunmaya devam etti. Osmanlı devletinin teslim olmasında sonra 72 gün daha Medine’yi savunmaya devam eden Fahreddin Paşa yiyecek, ilaç ve cephanenin bitmesinden sonra kendi askerleri tarafından etkisiz hale getirildi ve şehir 13 Ocak 1919'da teslim oldu. Böylece Medine'de 400 seneden beri süren Türk hakimiyeti sona erdi. İngilizler tarafından Türk Kaplanı ismi verilen Fahreddin Paşa, savaş esiri olarak önce Mısır'a daha sonra da Malta'ya gönderildi. 8 Nisan 1921'de Malta'da kurtulduktan sonra Milli Mücadele’ye katılmak üzere Ankara'ya geldi. 9 Kasım 1921'de TBMM tarafından Kabil Büyükelçiliğine tayin edildi. 1936'da Tümgeneral rütbesi ile Türk Silahlı Kuvvetlerinden emekliye ayrılan Fahreddin Paşa, 1948'de İstanbul'da vefat etti.

ORTAÇAĞ AVRUPASI'NDAN İBRETLİK İŞKENCE ALETLERİ

aşağıdaki resimleri ben Donannım haberdeki kArpUz3 adlı kişiden rica ederek aldım... Aşağıdaki görüntüler Ortaçağ Avrupasının bugün kendisinden başka herkese BARBAR,İNSAN HAKLARI İHLALCİSİ olarak baktığı Avrupa'nın hepimizin yakından bildiği Engizisyon mahkemelerinde kullandıkları işkence aletleridir... Bu aletler bırakın bir insana bir hayvana bile reva görülmeyecek derecede acı,ve akla mantığa uygun olmayan şekilde tasarlanmıştı... Engizisyon'un ne olduğunu bilmeyenler için kısaca ne olduğunu görelim: Orta Çağ Engizisyonu, Valdensesler ile Katharlar'ın kurulu düzeni sarsan öğretiler yaymaya başlamaları üzerine, 1231'de Papa IX. Gregorius tarafından kuruldu. Engisizyon Mahkemesi'nde mahkûm suçunu kabûl edene kadar işkence görürdü.Eğer suçunu kabul etmez ise işkenceden ölürdü, kabûl ettiğinde zâten mahpusta çürürdü.Yâni kısacası, neresinden bakılırsa bakılsın, Engizisyona düşen bir ölü idi. Mesela dünyanın yuvarlak olduğunu söylerseniz Ki Galileo Gelilei bunun bir örnneği idi,Engizisyon mahkemeleri tarafından kiliseye karşı suç işlemiş sayılır ve anında cezalandırılırdınız. Avrupa bu şekilde adeta rezillikler içinde yüzerken Osmanlı Medeniyeti ise,insana en güzel şekilde davranmayı kendisine en büyük görev addetmiştir... Bu fotoğrafları burda yayınlamama izin veren DH nin güzel insanlarından kArpUz3 adlı nicke teşekkür etmek bir zevk olacaktır.. İşte Ortaçağ Avrupası'nda kullanılan bazı işkence aletleri:






Engizisyonun dehşet uygulamalarından bazı çizimler:


2.(GENÇ)OSMAN ATI ÖLÜNCE,ONA ŞİİR İTHAF ETMİŞ MEZARTAŞI YAPMIŞTI

2.Osman ‘‘Süslükız’’, tarihlere ‘‘Genç Osman’’ diye geçen Sultan İkinci Osman'ın sevgili atıdır. Hükümdar günün birinde dünyasını değiştiren can yoldaşının ismini sonsuza kadar yaşatmak ister ve Süslükız'ın Üsküdar'daki Kavak Sarayı'nın avlusuna defnedilmesini buyurur. Emir garip bir netice verir, ortaya tarihin hem ilk, hem de son ‘‘at evliyası’’ çıkar. Artık hastalık çeken atlar Süslükız'ın mezarına getirilecek ve mezar üç defa tavaf ettirilecektir. Asırlar geçer, Kavak Sarayı yıkılıp gider ve Süslükız'ın mezartaşı sokağa düşer. Yüzyılın ilk çeyreğinde Asar-ı Atika Müzesi'nin yani bugünün Arkeoloji Müzeleri'nin müdürü olan Halil Edhem Bey taşı Çinili Köşk'e naklettirir. Süslükız'ın 96’ya 62 santim ölçüsünde olan taşında şunlar yazılı:

‘‘Zıll-i Hak (Allah'ın gölgesi) Hazret-i Osman Han'ın

/ Süslükız nám (isimli) atı öğülmüştür

/ Emr-i Yezdán ile mevt irişecek (Allah'ın emriyle ölüm gelince)

/ Bu makam içre (buraya) o gömülmüştür’’

ASLANIYLA BERABER GEZEN BİR PAŞA:CEZAYİRLİ HASAN PAŞA

III. Selim saltanatında 3 Aralık 1789 - 19 Mart 1790 tarihleri arasında sadrazamlık yapmış bir Osmanlı devlet adamı ve askeridir. Evcilleştirdiği bir aslan ile birlikte dolaşması ile meşhur olmuştur. "Palabıyık" lakabı ile anılırdı. Aslen Balkan Pomak asıllı olduğu bilinmektedir.osmanlıların cezayir valilerine dayı denirdi soyununda lakabı dayı olarak kaldı Osmanlı-Rus ve Avusturya savaşının devam ettiği 1738 yılında, Yeniçeri ocağına kaydoldu ve bazı muhaberelere katıldı. Belgrad'ın kuşatılması sırasında gayret ve cesaretini gösterdi. 1761 Nisanında kalyon kaptanı olarak Osmanlı donanmasına giren Hasan Paşa, 1762'de riyale, 1766'da patrona ve bir yıl sonra da kapudane rütbesine kadar yükseldi. 6 Temmuz 1770'te Çeşme Deniz Savaşı'nda Rusların Osmanlı donanmasını yaktığı haberini, Çanakkale Boğazı'na kadar gelerek bildiren Hasan Paşa'ya, beylerbeyi rütbesi verildi. Rusların Çeşme faciasından sonra Limni Adasını kuşatması üzerine, adaya giderek oranın savunmasını üstlendi. Rusları adadan uzaklaştırmayı başardı. Bu başarısından dolayı vezirlik rütbesiyle kaptan-ı derya tayin edildi. Boğaz seraskerliğine, ardından Rusçuk seraskerliğine getirildi. Özi kalesinin düşmesi üzerine, muhaliflerin aleyhinde yaptıkları propagandalar sonucu kaptan-ı deryalıktan azledildi. Sultan III. Selim zamanında İsmail Kalesine serasker olan Hasan Paşa, gösterdiği başarılardan sonra sadrazam ve serdar-ı ekrem tayin edildi. Hayatı sürekli cephede geçen Gazi Hasan Paşa, 19 Mart 1790'da Şumnu'da vefat etti. Devlete sadık, gayretli ve sözünü esirgemeyen bir kişi olan Cezayirli Gazi Hasan Paşa, mal varlığının büyük çoğunluğunu devlet işlerine harcamış, öldüğünde tahminlerin çok altında bir servet bırakmıştır. Amerika Birleşik Devletlerini haraca bağlamış ve Amerika Birleşik Devletleri tarihinde ilk kez sadece osmanlı imparatorluğuna vergi ödemiştir.Ayrıca cömertliğiyle bilinende paşa Osmanlı-rus savaşı çıktığında sefer masrafları için devlete 12.000 kese altın bağışladığıda bilinmektedir.

GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ...(DEVR-İ KADİM)

Hepimizin acı tatlı bir çocukluğu vardır arkadaşlar... Kimimiz zorlu bir yaşamın sırtında yürümeye mecbur kalırken,kimimizde şartların elverişliliği sayesinde güzel bir çocukluk geçirmişizdir... Ama her ikisinde de ortak olan şey;Acısıyla tatlısıyla çocukluk devresini yaşadığımızdır... Büyüklerimizin şefkatli elleri bir çoğumuzun yumuşacık al yanakları üzerinde dolaşmış,bu sıradada bizi elleriyle okşayan en çok da dedelerimizin gözlerini uzağa dikerek ahhhh ahhh nerde o çocukluk günlerimiz dediklerine belki sizde şahit olmuşsunuzdur... Bunların ötesinde misafirlik de olsun,ya da aile içi sohbetlerde olsun eskiye eskilere hep bir özlem vardır... Her defasında da söylenen cümle aynıdır:NERDE O ESKİ ZAMANLAR.... Yani her defasında bir bilinmezlik çemberi içinde yuvarlanan bu sözlerde kastedilen eski zamanın hemde daha canlı olan şimdiki zamandan ne farkı vardı..? Evet belki eski zamanda teknoloji şimdiki gibi rahat değildi gelişmiş değildi ama hiçbir zaman unutulmayacak ve her defasında NERDE O ESKİ ZAMANLAR sözünü tekrarlatacak eski bir nur vardı... Şimdi gelin isterseniz bir an gözlerimizi kapayıp,geçmişi;Beynimizin sıcacık loş odalarında aramak yerine,mazinin bize bıraktığı karelerle takip edelim... Eminim bir çoğumuzun içinde o zamanları görmemiş olmamasına rağmen bir çok duygusal hal belirecek ve o geçmiş zaman denilen mekansız saadetin içinde yuvarlanırken AHHH NERDE O ESKİ ZAMANLAR demekten kendimizi bizde alamayacağız...

( Resimlerin Üzerine Tıklayarak Büyütünüz... )
























OSMANLI TARİHİ'NDE İLKLER

*Osmanlıların ilk Beylik merkezleri ve bir bakıma ilk başkentleri Söğüt Kasabası dır. Daha sonra sırasıyla Yenişehir, Bursa, Edirne ve İstanbul başkent oldu.

* Osmanlı tarihinde ilk savaş,1284 yılında Bizans tekfurlarıyla yapılan Ermeni Beli savaşıdır.

* Osman Bey in ele geçirdiği ilk kale Kolca Hisar Kalesi dir (1285).

* Osman Bey in ilk askeri anlaşması 1306 yılında Ulubad Tekfuru ile yapılan anlaşmadır.

* İlk fethedilen ada, 1308 yılında alınan İmralı Adası dır.

* İlk barış anlaşması, 1330 yılında Orhan Gazi ile Bizans İmparatoru Üçüncü Andronikos arasında imzalanmıştır.

* "Rumeli" adı verilen Avrupa yakasında ilk ele geçirilen yer, Gelibolu da Orhan Gazi nin büyük oğlu Süleyman Paşa tarafından alınan Çimpe limanıdır.

* "Sikke" adı verilen ilk Osmanlı madeni parası Orhan Gazi adına 1327 yılında basılmıştır.

* İlk daimi ordu 1328 yılında Orhan Gazi Bey in emriyle kurulmuş olup bu orduya "Yaya" adı verilmiştir.

* Osmanlı tarihinde ilk şair padişah Fatih Sultan Mehmed in babası İkinci Murad dır.

* Osmanlı padişahlarından İstanbul u ilk kuşatan Yıldırım Bayezid dir (1391).

* Osmanlı tarihinde savaş meydanında şehid olan ilk (ve tek) padişah Birinci Murad dır (1389). (1. Kosovo Savaşı)

* İstanbul a defnedilen ilk padişah Fatih Sultan Mehmed dir.

* Fethin sembolü olan Ayasofya da ilk Cuma Namazı fetihten üç gün sonra 1 Haziran 1453 günü Akşemseddin tarafından kıldırılmış olup cemaat arasında Fatih ve O nun şanlı askerleri hazır bulunmuşlardır.

* Fatih Sultan Mehmed tarafından İstanbul a tayin edilen ilk vali Karıştıran Süleyman Bey dir.

* İlk İstanbul Kadısı Hızır Bey Çelebi olup; bugünkü Kadıköy semti O na tahsis edildiği için bu adı almıştır.

* Devşirmelerden olup da Sadrazamlık makamına yükselen ilk kişi, fetihten sonra Fatih Sultan Mehmed tarafından tayin edilen Mahmud Paşa dır.

* Önceleri Asya ve Avrupa da toprakları bulunan Osmanlı İmparatorluğu na ilk defa Afrika da toprak kazandıran padişah Mısır Fatihi Yavuz Sultan Selim dir.

* İstanbul da öldürülen ilk padişah, "Genç Osman" adıyla bilinen İkinci Osman dır.

* "Valide Sultan" adıyla anılan ilk padişah anası, İkinci Selim in hanımı ve Üçüncü Murad ın anası olan Nur Banu dur.

* Osmanlılarda ilk matbaa, Üçüncü Ahmed zamanında ve 1727 yılında faaliyete geçen İbrahim Müteferrika Matbaası dır.

* İlk vapur, İkinci Mahmud zamanında ve 1827 yılında satın alınmış olup halk arasında "Buğu gemisi" adıyla anılmıştır.

Devamı Gelecek...

19 Haziran 2008 Perşembe

OSMANLIYA SİGARA'NIN GELMESİ



Bir sigara kağıdı


Osmanlı Tarihi'nin Vakanüvistlerinden yani Resmi Tarihçilerinden biri olan Peçevi Osmamnlı'ya ilk sigaranın gelişini kendi adıyla yani Peçevi Tarihi adındaki eserinde bakın nasıl anlatıyor... " Bin dokuz senesi hududunda İngiliz taifesi getirdiler ve bazı hastalıklara şifa olmak namına sattılar. Ehli keyfden bazı yârân keyfe müsaadesi vardır diye müptela oldular. Giderek ehli keyif olmayan dahi kullanır oldular. Hatta büyük ulemadan ve eshâbı devletten niceleri ol iptilâya uğradılar....


" Bin dokuz senesi hududunda İngiliz taifesi getirdiler ve bazı hastalıklara şifa olmak namına sattılar. Ehli keyfden bazı yârân keyfe müsaadesi vardır diye müptela oldular. Giderek ehli keyif olmayan dahi kullanır oldular. Hatta büyük ulemadan ve eshâbı devletten niceleri ol iptilâya uğradılar. Kahvelerde erazil ve evbaşın çok tütün içmelerinden kahveler gök duman olup içinde olanlar birbirini görmemek mertebelerine vardılar. Sokaklarda ve pazarlarda dahi lüle ellerinden düşmez oldu. Birbirinin yüzüne gözüne püf püf diye sokakları, mahalleleri dahi kokuttular. Hakkında nice yave şiirler nazmedip münasebetsizce okuttular. Bazı ahbap ile bir nice defa münakaşa olundu.


Bunun, kötü kokusu hemen adamın bıyığını, sarığını, sırtındaki elbisesini, bilhassa içinde kullandığı evini kötü kokuttuğundan gayrî, halı ve keçe gibi evinin döşemesini yaktığı, küliyle ve artığıyla ortalığı kirlettiği, ayrıca muttasıl (peşpeşe) içildiğinden insanı işden güçten alıkoyduğu, bunun emsali nice mazarratları (kötülükleri) olduğu halde "safası ve faydası nedir?"


Dedikçe bir eğlencedir ve bundan gayri sefası zevke dairdir, demekten gayri bir cevap vermeye kâdir olamamışlardır. Cümleden kat'i nazar İstanbul'da kaç defa yangınlara sebep olmuş ve böylece yüzbin adam ol ateşte yanmış yıkılmıştır. Ancak forsa gemilerde vardiyalar, tütün içerek bir miktar uykuyu defederler, forsa gözcülüğüne faydası olduğu inkâr edilmez ve rutubeti dahi defedip yubuset irad eder amma, bu kadarcık fayda için bir sürü zararı yapmak akla yakın değildir. 1665 (H. 1045) senesine kadar şüyu' ve şöhreti o mertebe idi ki yazmak ve anlatmak kabil değildir."

Blogumuzu Beğendinizmi?

Donanımhaber'in en çok ziyaret edilen kulüplerinden biri olan kulübümüzün kurucusu Fetih'tir.

Kardeşler